İŞBİRLİKÇİLİK

Bir an için farz edelim ki; bulunduğunuz coğrafyada aç, açık, sefil, insan olma erdeminden yoksunlaştırılmış milyonlarca insan var. Siz de;  bu insanların tamamını istihdam edebilecek zengin bir fabrikatörsünüz. Bu insanları bir araya topladınız. İş becerilerine göre kategorize ettiniz. Her birine insan olma erdemine uygun yaşayabilecekleri tüm olanak ve imkânları sunarak; onların kabiliyetlerini geliştirip artıracak eğitimlerinden sonra tamamını fabrikanıza işçi olarak yerleştirdiniz.
Herkes hayatından memnun vaziyette fabrikanız tıkır tıkır işliyor. Günün birinde çalışma ofisinizde oturduğunuz bir esnada eli silahlı bir grup çete ofisinize girdi ve adınızı sordu. Farzı muhalen sizde Hüsnü dediniz. Size; bu fabrikanın sahibi olup olmadığınızı sordular. Sizde evet bu fabrikanın sahibi benim dediniz. Tekraren size içerde çalışan yüz binlerce işçinin, onbinlerce makine parkurunun, dışarıdaki on binlerce araç filosunun, milyonlarca dönüm arazinin sizin olup olmadığını da teyit ettirdiler. Sizde evet tüm bu saydıklarınızın sahibi benim dediniz. Size evet Hüsnü Bey; bizde bunların tamamının size ait olduğunu kabul ediyoruz fakat bundan böyle bu fabrikanın içerisindeki idare ve irade bize aittir. Senin artık bu fabrikada hakkın olmakla birlikte yetkin yoktur dediler. Hatta size isterseniz şurada çok özel bir ofis ve emrinize şoför hizmetçi tahsis edebiliriz de dediler. Siz bu tablo karşısında peki efendim. Görüyorum ki eliniz silahlı, şuan size karşı koyma güç ve imkânım da yok. Ben şöyle bana tahsis edeceğiniz ofise geçeyim. Umulur ki; bir gün yaptığınıza pişman olursunuz ve fabrikamın idare ve inisiyatifini getirip bana devreder siniz mi derdiniz.
Yoksa tüm olanak ve imkânları kullanarak o çeteyi oradan uzaklaştırmanın yollarını mı arardınız?  Pek tabi olarak ikinciyi ve doğru olanı yapardınız. Çünkü hak sahibi olmak hakkı müdafaa etmeyi gerektirir. Diyelim ki fabrikadaki işçileri haberdar ederek bu çeteleri işçilerin yardımıyla buradan uzaklaştırabileceğinizi ve bu konuda işçilerin kesin size yardımcı olacağını düşündünüz. Fakat çeteler sizin işçilerle bir araya gelerek görüşmenizi de engelliyor.  Tüm engellere rağmen bir yolunu buldunuz ve işçilerinizin yanına gittiniz. Başınızdan geçenleri anlattınız ve kendilerinden yardım talep ettiniz. İşçileriniz size şöyle bir karşılık verse; efendim biz sizinle aynı fikirde değiliz. Sizin çete olarak gördüğünüz insanlar çok iyi kimseler, hatta bize gelir gelmez zam yaptılar, ikramiyelerimizi de artırdılar, biz sizin gibi düşünmüyoruz deselerdi; o çetelerin işgalimi size daha ağır gelirdi yoksa işçilerin bu tutumu mu? Elbette ki işçilerin bu tavrı sizi daha derinden yaralar ve kahrederdi. Peki, bu durumda işçiler geçmişini inkâr edip, bu tavırlarıyla çeteye destek vererek İŞBİRLİKÇİ olmuş olmuyorlar mı?  İşte özünde işbirlikçi dediğimiz hadise kendisinden beklenenin zıddına hareket ediyor olmaktır.
Bu misal ile ne anlatmak istiyorum. En güzel anlatım biçimi mukayese yani örnekleme yoluyla olduğundan böyle bir misal getirdim. Şimdi asıl anlatmak istediğim şudur. İnsanlara soruyorsunuz.  Seni kim yarattı? Allah diyor. Sen kimin kulusun? Allah’ın diyor. Bütün bir canlı, cansız, mahlukatı ve mevcudatı yaratan ve yaşatan kim diyorsunuz, Allah diyor. Rızkınızı veren kim? diyorsunuz, Allah diyorlar. Sonsuz güç, kuvvet ve kudret sahibi kim? diyorsunuz, Allah diyorlar. Kuran a iman ediyor musun diyorsun, evet diyor. Kuran nedir? Diyorsun, Allah’ın bu dünyadaki bize emir ve nehiy buyruklarını bildiren, yani bütün bir hayatı nasıl yaşayacağımızın ilahi yasası diyor. İslam diyorsun, Allah katında tek geçerli Hak din diyor. Sen kimsin? Diyorsun, Elhamdülillah ben Müslüman’ım diyor. Peki, Müslümanlık ne demek? diyorsun, kayıtsız şartsız peygamberin inandığı gibi inanmak, peygamberin yaşadığı gibi yaşamak, peygamberin davrandığı gibi davranmak Allah a teslim olmak diyor. Bu dünya kimin diyorsunuz? Allah’ın diyor. O halde Allah’ın olan bu dünyaya Allah karışsın, Kuran ve Rasulullahın uygulamalarına göre yönetilsin, idare edilsin diyorsun; ağzını eğip büküyor.  Yahu arkadaş sen kendi fabrikandaki idareye kimseyi ortak etmiyorsun da; Allah’ın olan bu dünyaya Allahtan başkasını niye ortak ediyorsun. Sen Müslüman değimlisin? İslamsız, şuursuz, cihadsız Müslüman olunamayacağını sen bilmiyor musun?  İslam; kötünün yerine iyinin, çirkinin yerine güzelin, zararlının yerine faydalının, zulmün yerine adaletin, yanlışın yerine doğrunun hâkim kılınmasını emretmiyor mu? Bu emrin yerine getirilmesi için vahyi ölçüler içerisinde kınayıcıların kınamasına aldırış etmeden, kâfirlerin gücünden korkmadan, Allah’ın kâfirlere karşı müminlere yardım edeceği inancıyla şüpheye düşmeden hareket etmemiz gerektiği bize emredilmiyor mu?  Hangi şart ve ortamda olursa olsun, haramlara mani olmak, helal olanı yaygınlaştırmamızın en birinci vazifemiz oluşu bize emredilmiyor mu? 
Allah’ın nebisi (s.a.v) müşrik bir toplumdan adına “ ASRISAADET ” dedirten bir toplumu 22 senede inşa etti. Biz %99 u İslam’ı kabul eden toplumda Müslüman bir toplum inşa edemedik. Düzeni değiştirmek üzere çıktığımız yolda,  geldiğimiz nokta itibariyle sistemin kurallarını koyanlardan daha fazla sistemi savunur hale geldik. Hadim olmamız gereken makamlarda hakimiyet kurduk. Mahkemenin kadıya mülk kalmayacağını unuttuk. Oysa bu makamlarda ölmeden önce halka, öldükten sonra hakka vereceğimiz hesabın bilinç ve şuuruyla hizmet edecektik. Değiştik, dönüştük batıl olanları hak sebebi görmeye başladık. Garip olan ise kahredici bu halimizi ayet ve hadislerle gerekçelendirerek kendimizi ve tebaamızı aldatıyor oluşumuz. Gün geldi bu ülkenin en dokunulmaz kabul edilenlerine dokunacak güce eriştik. Fakat İslam’a ve ümmete hizmet etmiş Osmanlı padişahlarını kadın ve şehvet düşkünü olarak genç dimağlara tanıtan televizyon dizilerine dokunmaya güç yetiremedik. 
Zina haramdır. Fiilen buna araç olan mekânlar kapatılamadı diyelim. 15 yıldan beri o mekânlara sözde çalışmak için gitmek isteyenleri niçin devlet eliyle sertifikalandırarak aracı oluyoruz? Bu mekânları vergi mükellefi ticari kuruluş kabul ederek buradan alınan vergiyle yapılan hangi hizmetler İslam inanç ve esaslarımızla örtüşüyor? 
Üretenin, tüketenin, getirenin, götürenin lanetlendiği içki fabrikalarını diyelim kapatamadık. Peki, hangi mecburiyet, hangi ulvi menfaat ve maslahatla yenilerini açıyoruz?
Bir toplumun helakine sebep olan Lut kavmi adetlerini hadi özelde engelleyemeyiz, Peki hangi ulvi menfaat ve maslahat, hangi mecburiyetle daha meşru zeminlerde neşrunema bulsunlar ve lanetlik fiillerini icra etsinler diye yasal düzenlemeler yaptık. Kaç belediyemizde eşcinsellere evlilik cüzdanı tanzim edildi ya da ediliyor. Bunu bilenimiz var mı? 
Domuz eti haramdır. Yiyeni de domuzlaştırır. Bugün ülkemizde diyelim bizim gibi inanmadıkları için domuz eti yemek isteyen gayri Müslimler var. Anlayış gösterelim eyvallah. Peki, bugün hâlihazırda domuz eti tüketecek kişi sayısı ile domuz üretimi yapılan çiftlik sayısı ve üretim kapasitesi mukayese edildiğinde aklı uçuklatan fazlalık nerelerde ve kimlerce tüketmektedir? Hangi ulvi menfaat ve maslahatlar icabı, hangi mecburiyetle buna müsaade ediyoruz?
 Kendisinde 70 küsur sosyal hastalık barındıran, en hafifinin öz anne ile Kâbe-i muazzama da zina etmekten daha şedit olduğu faizi diyelim kaldıramadık. Peki, kaldırmak için 15 yılda hangi ciddi faizsiz ekonomik tedbirler geliştirdik ve uygulamaya koyduk? Tüm bankalar ekmek peynir gibi faizi sevdirmekte yarışırken biz bunlara hangi ulvi menfaat ve maslahatlarımız ve mecburiyetler icabı müdahale etmiyoruz?
 Açılan üniversiteler, yapılan yollar köprüler, yenilenen binalar daha pek çok insan hayatını kolaylaştırıcı hizmetlere eyvallah. Bunları bir ecir vesilesi kabul edelim. Fakat diğer sebep olduğumuz günahların ve doğuracağı sonuçları ortadan kaldırmaya bu hizmetlerden elde edeceğimiz ecir denk gelir mi?  
İster kabul edilsin, ister edilmesin; İslamileştireceğimiz dünyada, dünyevileşen Müslümanlar olduk. Tablo ortadadır. Haramlara alıştırılıyoruz, haramlarla kaynaştırılıyoruz, haramları içselleştiriyoruz. İslami ideal ve iddialarımızı kaybediyoruz. Mevcut batıl nizama itaat etmek üzere eğitiliyoruz. Gelecek adına ümit ettiğimiz ihtimallerle, mevcut yaşanan olumsuz gerçeklerin üstünü örtüyoruz, küfre gidiyoruz.
Talutun ordusu misali önümüze çıkan nehirden içtikçe susuyor, susadıkça içiyor, içtikçe şişiyoruz. Kendi ellerimizle helake sürükleniyoruz. Kimse bu ağır kusurlara kılıf üretmesin. Kendi menfaat ve konumlarımızı kaybetmemek adına akla ziyan savunmalar geliştiriyoruz.  Allah ve Resulü ile değil, şeytan ve şeytani düzen mensuplarıyla işbirlikçilik yapıyoruz. Kabul etseniz de etmeseniz de gerçek bu. Kafamızı kuma gömmenin bir âlemi yok. Kimse Palyaçoluk yapmasın. Kimsenin salt aldatıcı iyi niyetine daha fazla verecek kurbanımız yok. 
14.11.2017
İsmail BAKIRHAN
YORUM EKLE

banner200

banner205