HEP VAR OLACAĞIZ
Bizler imanımızın, inancımızın, tarihimizin, kültürümüzün, milli değerlerimizin üzerimize yüklediği sorumlulukları yerine getirebilmek için varız ve hep var olacağız.
Bizim varlığımızın anlamı matematiksel oranımız veya başarılarımız ya da başarısızlıklarımız değil, Tevhit inancımızdır.
Bu sebeple bizler varlığımızı sayısal çoğunlukla değil Tevhit inancımızla değerlendiririz.
Bu bakış açımız hasebiyledir ki bir kişide olsak bin kişide olsak yeryüzünde en büyük anlama, en büyük manaya yine bizler sahibiz.
Çünkü biz tevhit merkezli bir dönüşümü değişimi gelişimi, yükselmek ve başarılı olmak olarak addederiz.
Bu temel bakış aşımız hasebiyledir ki dünyayı iki kutup’a ayırırız. Bu temel bakış açısıdır işte biri hakkı üstün tutan bizler öbürküde diğerleri deyişimiz.
Bu bakış açısıdır ötekilerin başarısız olduğu, olacağı anlayışımız.
Bizler yaşadığımız bu yer kürenin sahibi olarak değil, emanetçisi olarak görürüz kendimizi.
Bu yer kürenin ev sahibi değil, kiracısı olarak görürüz kendimizi. Bu sebepledir ki emanet sahibinin öngördüğü kurallara riayet ettiğimiz ölçüde,
emaneti muhafaza edebileceğimizi düşünürüz. Kendimizi kiracı olarak gördüğümüz içindir ki, kiracılığın kurallarını asla değiştirmeye kalkışmayız.
Çünkü biliriz ki bu şartların zıddını yaptığımızda; emanetçi yerine gaspçı, kiracı yerine ev sahibi olarak görmüş oluruz kendimizi.
Böyle davrandığımız anda yaşadığımız yerin yaşanılmaz hal alacağı ise kaçınılmaz bir sonuçtur. İşte bu dünyada kendini ev sahibi gören ve emanetin sahibi zannedenler ile bizler arasında ki fark burada yatmaktadır.
Kendi medeniyet dinamiklerini; özelde ve genelde yaşanan sorunların çözümünde adeta yetersiz gören anlayışlar sebebiyledir ki,
milli ve manevi değerlerimiz ciddi anlamda yara almıştır. Yeni yetişen nesil kendi değerlerini küçümseyerek batı kültürünün ön gördüğü
bir yaşam biçimini benimser hale gelmiştir. Ne yazıktır ki bugün milletimiz farkında olmadan kendi inanç ekseninden ve onun öngördüğü
yaşam biçiminden batı yaşamına doğru zihinsel kayma yaşamaktadır. En vahim olanı ise yine bu zihinsel kaymanın farkında olamayışımızdır.
Bu zihinsel yanılgı ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik, siyasi, sosyal durumdan çok daha vahimdir. Zira yanlışlığını fark ettiğiniz bir şeyi düzeltebilirsiniz,
ancak yanlışlığına rağmen yanlışlığı doğru kabul edilen bir şeyin düzeltilmesi mümkün değildir.
Bu zihinsel yanılgı sebebiyledir ki özgürlükler adına bir takım vahim uygulamalar yürürlüğe konmaktadır.
Bugün çözüm olarak ortaya konan uygulamaların yarınlarda bu milletin başına çığ olarak düşeceği ne yazıktır ki
hesap edilememekte ve sen daha mı iyi biliyorsun edasıyla geçiştirilmektedir.
Bu yaklaşımlar sebebiyle gençliğimizin kahir ekseriyeti inancından uzaklaşmış,
ülkemizin başında akbaba gibi duran batılılar coğrafyamız üzerindeki kirli emellerine ulaşmak için fırsat kollar hale gelmiştir.
Bu meyanda misyonerlik çalışmaları önemli boyutlara ulaşmıştır.
Apartman dairelerinde misyonerlik çalışmaları yapan yüzlerce kilise evler açılmıştır.
Buralarda gençliğimiz manevi değerlerinden soyutlanarak yalancı dünya cennetiyle aldatılmaktadır.
Hızla değer tanımaz ölçü bilmez bir toplum haline dönüştürülüyoruz.
Tarihinden, inancından, kültüründen uzaklaştırılmış bir toplumu yıkmak ve istenildiği gibi yönlendirmek çok daha kolay olacaktır.
İşte bu noktada Allah cc nun kendine hidayet nimeti verdiği insanlar olarak üzerimize çok mühim görev ve vazifeler düşmektedir.
Manevi ve ahlaki dinamiklerimizin öncülüğünde, inandıklarımızı hayatımızın tüm evre ve safhalarında yaşamsallaştırmak ve belirleyici kılmak için
tüm gücümüzle şuurlu davranmak zorundayız. Bugün dünyamızın güç ve imkânlarını elinde tutan Avrupa ülkeleri ne yazıktır ki
bu güçlerini Müslümanların aleyhine kullanarak adeta İslam dinini ve onun sosyal nizam anlayışını tahrif etmeye ve ortadan kaldırmaya çalışıyorlar.
Bin yıldan beridir İslam a hizmet etmiş ve Müslümanların hamiliğini yapmış, ecdat Osmanlının bakiyesi Türkiye’miz yeniden dirilişin lokomotifi konumundadır.
Tüm İslam dünyasının gözü güçlü bir Türkiye arıyor. Bu güce ulaşmanın yolu ise hiç şüphe yoktur ki önce ahlak ve maneviyat diyen,
milli ve manevi değerlere bağlı iman yüklü bir nesil ile mümkün olacaktır. Bir büyüğümüzün deyişiyle
“Bir milletin sahip olduğu asıl güç tankı topu tüfeği değil imanlı ve inançlı evladıdır.”
Buradan hareketle maddi kalkınmayı sağlayacak, Bu çerçevede ülkesine, tarihine, kültürüne ve en önemlisi inancına bağlı gençliğin yetişmesi
en büyük görevlerin başında gelmektedir. Bu başarılmaksızın elde edilen her başarı sözde kalacak ve bir müddet sonra anlamını kaybedecektir.
Sözde değil özde İnançlarına bağlı ülkesine sevdalı bir nesil yetiştirmek her birimizin boynunun borcudur. Yılmadan, yorulmadan,
bıkmadan usanmadan çalışan ve yaptıklarının karşılığını ancak Allahtan bekleyen bir inançla,
kınayıcıların kınamasına aldırış etmeden yola ram olanlara selam olsun. Haktan yana halkın olan bir dünya için esen kalın.
İsmail BAKIRHAN
Sayın İsmail bey bu çalışmanızın gençlerimizin yetişmesine ve kendilerine bir hedef belirlemesine imkan aralamasını diliyorum