İkinci Dünya Savaşı’nda altmış milyon insanı öldürerek dünya tarihinin en büyük katliamlarından birini yapan Batılı Devletler, savaş sonrasında emperyalist devlet kapitalizmi sisteminde fikir birliğine vararak dünyayı yönetmeye devam etmişlerdir. Bu anlayış dünyada ki yer altı ve yer üstü kaynaklarının tamamının kendilerine ait olduğuna inanmaktadırlar. Ürettikleri endüstriyel ürünlerle araçsallaştırdıkları insanoğlunu kendi çıkar ve menfaatleri için kullanmaktadırlar. Bunlara karşılık dağıttıkları renkli kağıtlarla insanoğlunu ikna etmektedirler. İkna olan insanoğlu, bu renkli kağıtlar için yaşamlarını hiçe sayarak Batılı Devletlerin kölesi olmaktadır. İnsanoğlunun kölesi olduğu Batılı Devletler ürettikleri silahların kullanılabilmesi için kardeş devletler arasında çeşitli bahanelerle savaşlar çıkarmaktadır. Bu savaşlarda da her iki tarafa da silah satarak dağıttıkları renkli kağıtların geri dönüşümünü sağlamaktadır. Batılı devletler oluşturdukları bu döngüyle dünyaya istedikleri gibi hakim olmakta ve kaynakları kendi çıkarları için kullanmaktadırlar.
Emperyalist devlet kapitalizmi sistemi, fakir devletlerin daha fazla sömürülmesini, zengin devletlerin ise güçlerine güç katarak daha fazla güçlenmelerini sağlamaktadır. Ömer Bin ABDÜLAZİZ yaşadığı dönemde adil olmayan bu sisteme karşı çıkarak alternatif bir yönetim sistemi oluşturmuştur. Ömer Bin ABDÜLAZİZ’in oluşturduğu bu yönetim sistemi; özgürlük, adil paylaşım, zulmü önleme, emaneti ehline verme, insan sevgisi, ortak akıl ve vefa olmak üzere yedi değer üzerine kurulmuştur. Ömer Bin ABDÜLAZİZ yönetici olduktan sonra saltanatı terk ederek, tüm varlığını fakirlere ve ihtiyaç sahiplerine verilmek üzere beytülmala vermiştir. Öyle ki, giysileri oldukça basit keten ve pamuktan ve o süsten noksan olduğu için görenler kendilerini uşak zannederlermiş. Bir gün karısını haremde ziyarete gelen bir misafir kadının, halife karısının yakınında bahçenin duvarını tamir eden yamalı elbiseli ve uşak kılıklı bir erkeğin bulunmasına sinirlenip halife karısına "Sen Allahtan utanmıyor musun? Nasıl olupta bu amelenin yanında örtünmeden durabiliyorsun?" diye azarlamış olduğunun; ama bu amele gibi çalışan kişinin Halifenin kendisi olduğunu öğrenince çok utandığının hikâyesini tarihler yazmıştır. Gerçekten dürüstlüğü ve cömertliği hakkında söylenen zamanımıza kadar gelmiştir. Emevi idarecilerinin el koydukları arazileri fakir çiftçilere dağıtması, bu toprakları tapu almadan kullanan üst tabakanın tepkisini çekmiştir. Rüşvet olarak kabul göreceği kaygısıyla, nadiren hediye kabul ederdi. Bir halife kızı, diğer halifenin kız kardeşi ve son olarak kocası halife olan, yani karısının mücevher takılarını devlet hazinesine bağışlamasını telkin etmiştir.
Zulüm ve haksızlığın kol gezdiği, bir yanda lüks yaşam öbür yanda açlığın hüküm sürdüğü, sömürünün tavan yaptığı bir dünyada, bütün mazlumlar hayatlarının anlam kazanabilmesi için Ömer Bin ABDÜLAZİZ’i beklemektedir. Zira bu çekilmez hayat ancak Ömer Bin ABDÜLAZİZ ve onun gibi yöneticilerle anlam kazanacaktır. Dostlar bu dünyada; özgürlük, adil paylaşım, emanetin ehline verilmesi, insan sevgisi, ortak akıl, vefa ve zulmün önlemesi gibi değerlerin yaşantımızda daha fazla yer edinebilmesi için, Ömer Bin ABDÜLAZİZ gibi idarecilerin eksikliği her daim hissedilecektir.
Ali Zafer TOPŞİR