Asakir-i Mansure-i Muhammediye

Türkiye geçen hafta içinde Genelkurmay istifaları ve Yüksek Askeri Şûra toplantısını konuştu. Herkesin üzerinde birleştiği gerçek şu ki, Genelkurmay Başkanı dahil kuvvet komutanları topluca istifa ettiği halde siyasi iradenin hızlı manevrası ile 3 saat içinde her şey netleşiverdi. Bu olay askeri vesayetin Türkiye üzerinde kara bulut olmaktan çıktığını gösteren kuvvetli bir delildi. 5-6 yıl öncesine kadar böyle bir olay olsaydı yer yerinden oynar, hükûmet istifa eder ya da ettirilirdi.

Batı toplumlarında halk Genelkurmay Başkanlarının ismini dahi bilmezken bizde 4 no’lu protokol sahibi paşa ne derse o oluyordu. Bir takım davaların iddianamelerinde duyduklarımız ve gördüklerimizden anlaşılıyor ki, görevi vatanın sınırlarını korumak ve güvenlik olan asker, kara propaganda amaçlı internet sitesi kurmaktan tutun, darbeye zemin hazırlayan envai çeşit olayın doğrudan ya da dolaylı olarak içinde bulunmuş. Mahkeme kararları kesinleştiğinde iddiaların doğruluğunu ya da yanlışlığını hep birlikte göreceğiz.

Askerlik yapan herkes aşağıda yazacaklarımı az çok bilir.

Bir askerin esaslı bir askerlik eğitimi alması –ki yanaşık düzen eğitimi ve atış talimlerinden bahsediyorum- dönemi en fazla 3 aydır. Askerliğin geri kalanı batı bölgelerinde soğan soymak, alay mutfağına gitmek, mıntıka temizliği yapmak, devrecilik yapmak, hiç birşey yoksa aylak aylak gezmekten ibaretken, doğu bölgelerinde ise dağlarda gezmek, terör ile mücadele etmek amacı ile levazım ve lojistik destekli bir nev’i taarruz ile geçer. İşin garip tarafı, doğu bölgelerinde teröristlerin karşısına çıkartılan çocuklar henüz 20 yaşındadır ve araziyi tanımazlar. Üstelik aldıkları eğitim taş çatlasın 5 aydır. Karşısındaki ‘’düşman’’ ise yıllardır dağları taşları adım adım gezmiş kana susamış, kandırılmış güruhlardır.

Askerlikte başka şeylerde vardır. Komutanın eşyalarını taşırsın mesela. Karısını, çocuklarını gezdirirsin. Bedava İngilizce dersi verirsin. Yılbaşı gecelerinde ‘’eşli’’ davete katılmak zorunludur ve bu gecelere ait masraflar askeri personelin maaşlarından ‘’zorla’’ kesilir.

Askere moral olsun diye ‘’aç aç’’ yapılırdı mesela. Pavyonlardan, barlardan toplanan üçüncü sınıf  kadınlar alay gazinosuna getirilir ve binlerce askerin önünde ‘’tek kelime ile ahlâksız’’ görüntüler sergilenirdi. Bu görüntüler er-erat ve rütbelilerin bir arada bulunduğu ortamlarda gerçekleşirdi.

Sivil hayatta olan biten her şey anında gazetelerin manşetlerine taşınıyor, en azından üçüncü sayfa haberi oluyordu. Fakat askeri alanlarda yaşanan intiharlar, askeri ve sivil personel arasındaki garip ilişkiler, ana kuzularına yapılan kötü muamele hiçbir zaman sivil hayatta duyulmuyordu. Mesela görev yaptığım Komando Alayında bir asker intihar ediyor ancak alayın bulunduğu yerin mahalli gazeteleri dahi tek satır yazamıyordu.

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, Anadolu kasabalarında yaşanan uyuşturucu ticareti, fuhuş, kaçakçılık v.s. gibi yüz kızartıcı suçların altından mutlaka bir astsubay, subay ya da polis çıkıyordu.

Kamuoyunun yakından takip ettiği üzere, bir karakol baskını sırasında ondan fazla askerimiz şehit düşerken karakolun bulunduğu garnizonun komutanı golf  turnuvasında keyif sürüyordu. Çok değil bir-iki yıl önce askerin eline pimi çekilmiş bombayı tutuşturan ve o yavrucağı ‘’öldüren’’ komutanlar vardı. Hedef tahtasına asker dizip ‘’manyakça’’ bir güç gösterisi yapan psikopat komutanları gördü bu ülke.

Daha neler var neler…

İnsansız hava aracı Heronlar!

Neredeyse yerde yürüyen karıncayı görebilecek teknolojiye sahip bu uçakların ‘’gözleri’’ yüzlerce kişilik bir kafileyi yürürken tespit ediyor. Ancak bu manzarayı, ‘’onları çoban zannettik’’ diyen komuta kademesi görmüyor. Grup tespit edildikten birkaç saat sonra karakol baskını oluyor ve kınalı kuzular toprağa düşüyor. Sonrasında ‘’aaa bunlar teröristmiş pardon!’’ bile denilmiyor.

Ergenekon, Balyoz, İnternet Andıcı… Bunları zaten saymıyorum. Çünkü bunlarla ilgili hukuki süreç devam ediyor.

Modern demokrasilerde kesinlikle olmaması gereken askeri vesayetin ‘’Osmanlı Devleti de dahil olmak üzere bütün Türk Devletlerinin asker ağırlıklı bir kültüre dayandığı’’ gerekçesi ile normal kabul eden arkadaşlarımızın dostlarımızın varlığını biliyoruz. Tarihte kurulan Türk Devletlerinin hemen hepsinin askeri bir yapı ile idare edildiği görüşüne katılıyoruz. Ancak o günkü anlayışla bugünkü anlayışın arasında dağlar kadar fark olduğunu unutmamak lazım.

Zira, o gün ordusuna ‘’Peygamber Ocağı’’ diyen bir yapıdan söz ediyoruz. Her ne sebeple olsun ordusuna ‘’Asakir-i Mansure-i Muhammediye’’ diyen bir idareden ve bir halktan söz ediyoruz. İstanbul’u fethettiğinde ‘’ne güzel asker, ne güzel komutan’’ övgüsüne mazhar olan bir ordudan söz ediyoruz. Savaşa giderken ‘’Allah Allah!’’ nidaları ile taarruza geçen komutanlardan ve askerlerden söz ediyoruz.

Yani yılbaşı gecelerinde zorunlu olarak dansöz oynatan, aç-aç gibi bir rezaleti yaşatan, kendi askerinin hayatını tehlikeye atan, komutanlarının çocuklarına dadılık yapan, komutanın evini badana yapan askerlerin olduğu bir ordudan söz etmiyoruz.

Kafasına estikçe darbe yapan, muhtıra veren, tehdit eden, alt kademe subayların bile ülkenin başbakanına hakaretler yağdırdığı bir ordudan söz etmiyoruz.

İşi gücü bırakıp gazetelere asparagas haberler yaptırıp darbeye çanak tutan, gazete küpürleri ile dava açtırıp parti kapattırmaya zorlayan, baş örtülü kadınların çocuklarının yemin törenlerini bile izlemesine izin vermeyen bir ordudan söz etmiyoruz.

Ve artık bundan sonra da söz etmek istemiyoruz!

Tekrar buluşuncaya kadar, yüzünüzden tebessüm, yüreğinizden sevgi eksik olmasın efendim.

Hoşça bakın zatınıza…

Kaynak: Habername.com
YORUM EKLE

banner200

banner205