Karacaoğlan der ki bakın olana
Ömrümün yarısı gitti talana
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş biz burada yoğ iken
Sual eylen bizden evvel gelene
Kim var imiş biz burada yoğ iken
Karacaoğlan
Tarih, yok olanla değil bir zamanlar var olanla ile ilgilidir. Karacaoğlan da "Kim var imiş?" diye sorarak yok olduklarını sandıklarımızın bir zamanlar varolduklarını hatıra getirmiyor mu? Onlar bir zamanlar canlı kanlı idiler. Tıpkı bugün bizim olduğumuz gibi. "Onlardan sonrası" olduğumuzu bilmek aslında "bizden sonrasının" olacağının bilinciyle hereket etmemizi salıvermiyor mu? Maziye bıraktıklarımız ile atiye yolculuk etmiyor muyuz? İşte böyle bir tarihi duyarlılıkla bizlerin kucağına bırakılmış "Kim var imiş biz burada yoğ iken?" suali ile biraz kendi yöremizin insanlarının hayata nasıl anlam ve eğlence kattıklarından , kendilerine nasıl yaşam alanı açtıklarından, üreticiliklerinden, tembelliklerinden, hınzırlıkları ve hergeleliklerinden bahseden yaşanmış iki tarihi örneği belgeleriyle birlikte ele alacağız. Amacım bizden önce olan o sıradan zannettiğimiz ama tarihi bir yöneliş ile baktığımızda aslında O, insanların sıradan değil sıradışı olarak bir zamanlar varolduğunu anlamaya çalışmaktır. Tarih seçkinlerin hayat hikayelerinden ibaret değildir. Tarihe konu olmak için Babil hükümdarı Nabukadnazer, Romalı Titus, Kumlu Hasan Sabbah olmanız gerekmiyor. Her insanın hatırı sayılır bir öyküsü vardır. Ve her yaşanmışlık itibara layıktır. Hüzün ve ızdırapları, mutluluk ve eğlenceleriyle yöremizde yaşamış bir kaç mütevazi karakteri örnek alarak yazımıza devam edelim.
İlk örneğimiz, Karahisar-i Şarki ahalisinden ve Osmanlı tebaasından Ermeni Mirasoğullarından Arakil ve kardeşi Hofki’deki alacağına dair Mindeval kazası ahalisinden Molla Recepoğlu Osman Ağa’nın arzuhali.(17 Ocak 1876)
Belgede mağdur edilmiş bir Mindeval köylüsünün hikâyesi bulunmaktadır. Ancak hikayenin arka planı çok dramatiktir. Molla Recepoğlu Osman Ağa Karahisar’da bulunan Ermeni tüccar olan kardeşlerden bir miktar eşya almış ve parasını da ödemiştir. Ancak söz konusu Ermeni kardeşler adeta sen bizim dükkânımızdan mal aldın borçlu çıktın dercesine adamın yakasını bırakmamışlar. Bir ineğini gasp etmişler, o da yetmiyormuş gibi binlerce lira daha borcun var bize diyerek adama musallat olmuşlar. Osman Ağa da bu musibetten kurtulabilmek için çareyi Karahisar-i Şarki Mutasarrıfına müracaatta bulmuş, meclis-i şer’ marifetiyle (Kadının huzurunda) muhakeme (yargılama) talep etmiştir. Osman Ağa hangi köylü olduğunu bilmiyoruz fakat babasının Molla Recep diye anılması araştırma neticesinde bizi bir yerlere ulaştıracaktır. Konunun dramatikliği ermeni tüccarların tefeci ve zalimane bir şekilde sadece Osman Ağaya değil bütün yöre halkına aynı şekilde davranıyor olmalarıdır. Arakil ve karındaşı Sukas(Hofki) ekonomik güçlerini sömürü anlayışı ile din ayrımı gözetmeksizin bütün tebaya aynı şekilde borç verip karşılığında misliyle geri almalarıyla meşhur bir hale gelmişler. Malesef Karahisar-i Şarki'nin kaza ve karyelerinde(köyleri) yaşanan bu talihsiz vakalar adli bir boyut kazanmış merkezden gönderilen durum teftişi yapan müfettişlere bile diklenen aykırı ve asi bir kitle oluşmuştur. Soygunculuğun ve tefeciliğin ayyuka çıkmış olması bir takım tebdirlerin alınmasına vesile olmuştur. Mindevallı Osman ağanın karşılaştığı zulüm karşısında hakkını aramak için mahkeme kurulmasını Karahisar Kadı'sından istemesi o vakit bu zulme maruz kalanlarıda cesaretlendirmiş kitlesel bir uyanıklılık halinin fitilini ateşlemiştir. Verilen bu mücadelenin nasıl sonuçlandığına dair elimizde tutarlı bir bilgi yok fakat tarihi bir nazar ile yöremiz üzerine yöneldiğimiz vakit yaşanılan bu olayların, devrin insanlarının sosyolojisini anlamakta pek de zorlandığımız düşünülemez.
İkinci örneğimiz, Zağpalı Nuhoğlu Ahmet Çavuşun Suşehri Yolunda Soyulması. (28 Aralık 1902)
Alucra kazasının Mindeval nahiyesine bağlı Zağpa karyesinde ömür tüketen Nuhoğlu Ahmet Çavuş'un ticaretle hayvan alım satımı yaparak geçimini temin ettiği belgeyi okurken tahmin ettiğim bir husustur. Çünkü akrabaları ile birlikte hayvanlarını Su şehrine götürmesi ticari bir faaliyet dışında nasıl algılanabilir bilemiyorum. Bu noktanın açık kalması okuyucularımızı düşündürmesi bakımından elzemdir. Yaylak-Kışlak tecrübesine bağlı bir göç işlemide gerçekleşiyor olabilir. Bu yolculuk sırasında Nuhoğlu ve akrabaları gasb edilmiş. Ve bu olay adli bir boyut kazanmıştır. Belgelerin ışığında şöyle bir tespiti yapmaktan kendimi alıkoyamıyorum. 19 yy Yöremiz için sancılı bir yüzyıl. Tefeciler, eşkıyalar her yerde. Hatta mindevaldan Giresun'a liman ürünü olabilecek bir takım ithaalat ürünlerinin getirilmesi konusunda teşebüste bulunan girişimcilerin, tüccarların mallarını tedarik ederken sürekli eşkıya darbesi yemiş olması belli bir bıkkınlığa yol açmıştır.(1875 ve 1905) Nuhoğlu Ahmet Çavuşu gasp edenin kimliği belli. Su şehirli Koçuroğlu İbrahim Bey. Belge İbrahim Beyi mi suçluyor pek net değil; çünkü gasp işlemini gerçekleştiren dört kişi İbrahim beyin adamları. Bu dört kişi Zağpalı Çavuşu darp ederek tabancasını zorla elinden alırlar. Cebren eylemlerine devam eden dört kişi hayvanların 5 tanesini alıp kaçarlar. Ahmet Çavuş olayın vuku bulduğu yerin kaymakamlığına müracaat ederek bunun sorumlusunun Koçuroğlu olduğunu hayvanlarının onun çiftliğinde olduğunu ihbar eder. Koçuroğlu İbrahim bey Su şehrinin ileri gelenlerinden. Zağpalı Ahmet Çavuş ile Su şehirli Koçuroğlunun yollarının bir yerlerde kesiştiği kesin. Yoksa mahal gösterek müşteki olunması başka nasıl açıklanabilir. Tahkikat yapılması üzerine görevlendirilmelerin verilmesi ve bunu yapmaya cürret gösterenlerin kanunun önünü çıkarılması için gerekli adli soruşturma başlatılmıştır.
Kim var imiş? Mindevallı Osman Ağa, Ermeni tebaadan Arakil ve Hofki kardeşler..
Kim var imiş? Zağpalı Ahmet Çavuş ve Koçuroğlu İbrahim Bey..
Sıradan sandıklarımızı okurken bile bizi sanki yanlarında görmek ister gibi değiller mi? Onların hikayelerini okurken aslında yaşadıklarına ortak olmadık mı? Buradaydılar, şimdi varlıklarına dokunamasak bile kim yok sayabilir ki? Şimdilerde Sorsan; Kim vardı? desen buralar da; kimisi Urus, kimisi Urum, kimisi Ermeni der. Aslında "Buralarda kimler var dı?" diye soracağımıza "Şu dünyadan kimler geçti?" diye sormaktır muradı Karacoğlan'ın. Bende onun gibi duygusal bakıyorum geçmişe. Duyguların tarihi mi olur? demeyin. Mindevallı Osman Ağanın, mal canın yongasıdır hayfı ile direniş göstermesi , Ermeni kardeşlerin sınır tanımaz kazanma arzuları, Zağpalı Ahmet Çavuşun gururu, Koçuroğlu İbrahimin gizemliliği değil midir Tarih? Verilmiş her hayat, yaşanmış bir tarih değil midir?
Üslubum gereği soruların içinde saklarım cevaplarımı. Soruların tırnağı gezelemiyorsa zihinlerinizde, cevaplarınız her zaman vekaletli(başkalarının) olur. Ondandır ki Tarihe Karacoğlan düsturuyla sual eylerken fark ettiğim bir gerçeği paylaşmadan bu yazıyı sonlandırmak istemem. Bizden evvel gelenlere seslenerek Neredesiniz? diye soracak olsak, Onlarda Yunus'un diliyle karşılık vermezler miydi? "Biz bu ilden gider olduk/ Kalanlara selam olsun" diye.
Cem EKİZ
Kaynaklar:
Başbakanlık Arşiv Fon Kodu: MVL, Dosya No: 489, Gömlek No: 96, Tarihi: 29 Şaban Sene 1282 (17 Ocak 1876) 1. ÖRNEK
Kaynaklar:
Başbakanlık Arşiv Fon Kodu: MVL, Dosya No: 489, Gömlek No: 96, Tarihi: 29 Şaban Sene 1282 (17 Ocak 1876) 1. ÖRNEK
Başbakanlık Arşiv Fon Kodu: DH. MKT. Dosya No: 626, Gömlek No: 42, Tarihi:27 (Ramazan) 1320 (28 Aralık 1902) 2. ÖRNEK