Garip

“Bir garip ölmüş diyeler,
 Üç gün sonra duyalar,
 Soğuk su ile yuğalar,
 Şöyle garip bencileyin”.
 
            Yunus Emre, Pir Sultan Abdal ve diğer özgürlükçü ozanlar gibi kendisini özgür bir Dağ Gaşgalı gibi gören ve biz halkın sanatçısıyız, devletin sanatçısı mı olur diyerek devlet sanatçılığı unvanını kabul etmeyen bir gariptir Neşet ERTAŞ. O yaşadığı uçsuz bucaksız Bozkırların özgürlüğünü kanıksamıştır. Çöldeki bir ceylan gibi kalabalıklardan yalnızlığa sığınmıştır. Onun felsefesi büyük sahabe Ebu Zer gibi her türlü zincirden uzak yalnız yaşayıp, yalnız ölüp, yalnız haşrolmaktır.
            Fakir, yoksul ve kimsesiz yaşadığı için onun yolu da; Anadolu da yaşayan döneminin gençleri gibi taşı toprağı altın denilen İstanbul’a düşmüştür.  Gönlü hep yaslıdır ama Onun dünyasında gariplik aynı zamanda umuttur da. Sirkecideki köhne otel odası da, taşlı tarladaki bekâr evi de onun için bir saraydır. Çünkü O karşılaştırabileceği bir saray hiç görmemiştir. Onun yoksul sarayını dünyalar kadar sevgi dolu gönül sarayı çevrelemiştir. Bir ana kucağı gibi sarmış sarmalamıştır. Unkapanı’nda plakçıları gezerken;  O dünyaya ses vermek isteyen bir sanatçı, işsiz gezen bir Anadolu çocuğu,  sevdiğini vermedikleri için köyünü terk eden ve bir daha köyüne dönmemek üzere yemin etmiş Kamil Amcamdır. 
            “Kimseler garip olmasın, hasret oduna yanmasın,” derken bile gariplik özlemi vardır hep içinde. Garip İstanbul’a da sığdıramaz kendini… Artık yollara düşme zamanı gelmiştir. Yolunu kaybetmiştir, perişandır ve kimsesizdir. Köyünden ayrıldığında nerden bilecekti ki böyle olacağını. Ona göre herkes onun gibi bir gariptir. Zaten insanoğlu “ruhlu bir toprak” değil mi?
            İkinci yolculuğu Ankara’yadır artık. Ankara’da sığınacak liman dayısı Usta Sanatçı Hacı Taşan’dır.  Ama O Ankara da büyük bir sevda rüzgârına kapılır. Leyla’nın peşinde koşan Mecnun’un çölüdür Büyük Ozan için Ankara.
            “ Vefasız Leylaya ben yana yana
             Sanki Mecnun gibi çöllere düştüm
             Garip bülbül gibi düştüm figana
             Dikenler içinde güllere düştüm.”
            Gönül sevdi diye yollara düşen Büyük Ozan “sevgisiz gönülde muhabbet olmazmış” der. O durmadan Leyla’sına seslenir. Onun gönlünün Leyla’sı da garip, taze ve diridir. Kısaca Onun gönlünün Leyla’sı hep onsekizindedir. 
            “Gitme Leylam gitme yolumuz uzak
             Yolumuza Leylam kurdular tuzak” der Büyük Ozan. Hayat yolundaki bu tuzakları gören Büyük Ozan yoksulluğa, sefilliğe ve kimsesizliğe aldırmadan gönül sarayının sultanına yalvarmaya başlar;
            “Gel gidelim Leylam bizi görmezler
             Ay karanlık izimizi sürmezler
             Baban zengin seni bana vermezler
             Biliyorum Leylam sonu ayrılık.
                                                                                                          Ali Zafer TOPŞİR       
YORUM EKLE

banner200

banner205