Son yıllarda artan okul öncesi eğitim kurumları gelecek için umut vaat ediyor. Toplumsal bilinçlenme ile birlikte kız ve erkek çocuk ayrımı yapılmaksızın çocuklarımız -ortalama 3 yaşından itibaren- kreş, yuva, anaokulu, gündüz bakım evi gibi isimlerle faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlarda eğitim alıyor ve öğrenim görüyor.
Devlet okullarında anasınıfları açılması, okul öncesi öğretmenlik kadrolarının genişletilmesi gibi teşvik edici bir takım devlet tasarrufları özellikle son 10 yılda bu gelişmelere ivme kazandıran önemli etkenler oldu.
Şüphesiz bütün bu gelişmeler sosyolojik dengeler ve sağladığı istihdam açısından da ülke ekonomisine önemli katkılar sunuyor. Öğretmenler ve yardımcı öğretmenlerle birlikte müstahdemler, mutfak görevlileri, güvenlik personeli gibi pek çok alanda istihdam edilen binlerce vatandaşımızı düşündüğümüzde ekonomik büyüklük daha da anlaşılabilir hale geliyor. Doğrudan görev yapan görevlilerin yanı sıra, eşleri, çocukları velhasıl ailelerinin de geçimini bu şekilde sağladığını varsayarsak ne kadar büyük bir ekonomik rahatlama sağlandığını tahmin edebiliriz.
Okul öncesi eğitim pastasının büyümesi menfaat sahiplerinde artışı da beraberinde getirdi. Örneğin, eski dönemlerde sadece fabrika-işçi servisleri varken, günümüzde okul servisi ve taşımacılık sektörünün daha belirgin olduğunu söyleyebiliriz. Yine servislerde çalışan şoför, host-hostes, idare amirleri, vardiya şefleri gibi görevliler ile bunların ailelerini de düşündüğümüzde istihdamın oranı daha da büyümektedir.
Bu okullar çok faydalı olmaktadır ve kesinlikle kişisel gelişimin başlangıç noktasıdır diye düşünüyorum. 3 yaşındaki bir çocuktan one, two, three… kelimelerini kendine has tatlı üslûbu ile duymak, çocukça şarkıları dinlemek, onların milli ve manevi yönlerde gelişimini görmek muhteşem bir duygu olsa gerek.
Ancak, her sektörde olduğu gibi bu sektörde de maalesef olumsuz gelişmeler yaşanabiliyor. Devlet okullarında yer alan anasınıfları ve müstakil anaokullarının yetersizliği sebebi ile özel okullara eğilim gösteren veliler, maddi durumlarını da göz önünde bulundurmak zorunda olduklarından rekabet piyasası koşullarından yararlanmaya çalışıyor. Ekonomik durumu iyi olan aileler fiyattan ziyade, eğitimin kalitesi, hijyen, eğitim görülen ortam, servis durumu gibi hususları öncelerken, maddi durumu kısıtlı olan aileler ise ekonomik koşullar ile okul öncesi eğitimin gerekliliği arasında ikilem yaşıyor. Bu ikilemi nispeten aşan dar gelirli aileler ise çocuklarını apartman dairelerine hapis olmuş, tabelası bile olmayan -çoğu gayr-i resmi çalışan- yerlere teslim ediyor.
Asgari ücretle çalışan veya ortalama geçim standardının altında aylık geliri olan ailelerin, okul öncesi eğitimine ayda ortalama 700-800 TL. harcaması mümkün olmayacaktır. Bir ailenin, birden fazla çocuğu olduğu düşünüldüğünde bu imkansızlık daha da artmaktadır. Hâl böyle olunca aylık 50-300 TL. arası ücret talep eden yerler tercih edilmektedir.
Milli Eğitim Bakanlığı’nın gerekli gördüğü; binanın mühendislik ve mimari açıdan durumu, mesul müdür atanması, yangın merdiveni zorunluluğu, yerleşim yerine uzaklık gibi bir takım kanuni prosedürleri sağlamakta güçlük çeken işletmeciler sosyal hizmetler Genel Müdürlüğü’nden ruhsat alarak daha az prosedürlerle işletme kurmaktadırlar. Kimi işletmeciler ise tamamen ruhsatsız çalışmaktadır.
Tüm kanuni gereklilikleri yerine getirmiş olan ve kaliteyi önceleyen kurumların ücret politikası ile -amiyane tabirle- merdiven altı işletmelerin ücret politikalarının farklı olması gayet doğaldır. Öte yandan ucuz-pahalı bütün işletmelerin çalışanlarına hak ettikleri ücreti ödememesi, iş kanunu ve ahlâki normlara uygun olmayan ağır çalışma koşulları ve karşılıksız fazla mesai yaptırma gibi emek sömürüsü de bu okullarla ilgili kanayan başka bir yaradır. Bir insan bir dünyadır düsturunu bilmeyen ve -Allah’ın, affını sadece hak sahibine bıraktığı- kul hakkı kavramını örseleyen anlayış maalesef sektöre egemendir.
Temel prensip eğitimin anayasal bir hak olduğudur. Sosyal devlet ilkesi gereği, devletin ana sınıflarını sayısal olarak artırması ve işlevsel hale getirmesi elzemdir. Materyal desteği, aidat tutarlarının makul olması, nitelikli öğretmenlerin istihdam edilmesi gibi düzenlemeler yapılarak halkın devlet okullarını tercih etmesi sağlanmalıdır. Özel sektör ise insan unsuru ve asgari gereklilikler bakımından kesinlikle başıboş bırakılmamalı ancak, vergi teşviki ve yatırım desteği gibi ek düzenlemelerle desteklenmelidir.
Her veli, evinin kapısından servise bindiği aşamadan evine döndüğü ana kadar, çocuğunun, beden, ruh ve zihin sağlığını koruyan mükellef bir eğitim almasını isteme hakkına sahiptir.
10 yıl öncesine kadar ‘’alacağına şahin, vereceğine karga olan’’ devlet ise artık Sosyal Devlet olmanın gerektirdiği yükümlülüklerini yerine getirmelidir.
Ebeveynlerimize bir dipnot düşerek yazımı bitiriyorum:
Geçmişini, kültürünü, dinini-diyanetini bilen, vatanını-milletini seven, teknolojik ve bilimsel gelişmelere açık, hülâsa, millete-memlekete hayırlı bir nesil için çocuğumuzu vereceğimiz okulları ve eğitim kurumlarını seçerken lütfen özenli davranalım.
Tekrar buluşuncaya kadar, yüzünüzden tebessüm, yüreğinizden sevgi eksik olmasın efendim.
Hoşça bakın zatınıza…